FEMEN geçtiğimiz Cumartesi günü, Fransa’da gerçekleşen Müslüman Konferansında bir eylem düzenledi. Bu konferans, yemek pişirme şovlarının, İslami kadın giyim defilelerinin gerçekleştirildiği ve 10 konuşmacıdan sadece 1’inin kadın olduğu, “Onurlu Kadınlar” temalı bir etkinlikti. Biri Tunus diğeri Cezayirli olan iki FEMEN aktivisti, Mehdi Kebir ve Nader Abou Anas’ın “İslam’da Kadının Değeri” konuşmasına katıldılar. Konuşmacılardan Nader Abou Anas, Fransa’da evlilik içi tecavüzü meşrulaştıran bir bakış açısına sahip olmasıyla tanınıyor; katıldığı konferanslarda, “kadınlar kocaları seks istediğinde reddederlerse melekler tarafından tüm gece lanetlenirler” cümleleriyle vaazlar veriyor.
FEMEN, iki imamın “kadını dövmek” temalı konuşmasında “Muhammed karısını dövmezdi, sizler de onun yolunu izleyin” cümleleri sırasında sahneye atladı. Üstlerindeki siyah çarşafı çıkararak imamlara fırlatan aktivistlerin çıplak bedenlerinde: “Kimse beni köleleştiremez, kimse baha sahip olamaz, ben kendimin peygamberiyim” yazıyordu.
Öncelikle belirtmem gerekir ki FEMEN üyesi değilim, ancak eylemlerini takip ediyor ve çoğu zaman destekliyorum. Bu son eylemin fotoğraflarını Twitter’da paylaştığımdaysa birçok tepkiyle karşılaştım. Tepkilerin çoğu FEMEN’in “sebepsizce saldırgan” olması üzerineydi. Oysa bu eylemde açık ve net bir durum var, o da eylemi gerçekleştirdikleri sırada konuşma yapan imamların, değil kadın haklarını savunan bireyler olmak, tam tersine kadın haklarına zarar veren kişiler olduğu. Sanırım paylaşımıma gelen tüm tepkiler arasında en çok canımı sıkan, kendini Müslüman feminist olarak tanımlayan bir kadının tepkisiydi. FEMEN’in bu eylem sırasında fiziksel olarak şiddet görmediğini iddia etmişti. Oysa eylem anından paylaşılan tüm videolarda bilhassa sahneden ikinci olarak indirilen aktivistin birden fazla erkek tarafından yerde tekmelendiği görülüyordu. Bir kadın, başka bir kadının uğradığı fiziksel şiddeti nasıl görmezden gelebiliyordu? Bir kadının kız kardeşine sırtını dönmesinin, kadın kimliği yerine Müslüman kimliğini seçmesinin sebebi neydi?
Bu sorular Ağustos ayının son haftasında FEMEN MLF eğitim kampında geçirdiğim 3 gün üzerine düşünmemi sağladı. Son eylemde de fark ettiğim üzere, birçok kişi ve hatta feministler FEMEN’i sürekli eleştiriyorlar. Bu nedenle FEMEN ile geçirdiğim zamanı anlatmamın, belki faydası olur diye düşündüm.
Kamptan önce FEMEN’in ne olduğunu elbette biliyordum; ancak duruşları konusunda detaylı bilgiye sahip değildim. Militan oldukları açıktı ve kadınların seks ticaretindeki sömürüsünü durdurmak için kurulmuşlardı. Manifestolarında ise ateizm ve feminizmi savunmak adına sextremizmi (modern feminizmde kadın bedeninin bir araç olarak ataerkil mecralara karşı kullanılması) yani çıplak memelerini silah olarak kullandıklarını belirtiyorlardı. Türkiye’de “ilgi çekmek için memelerini açan kadınlar” olarak adlandırılıyor, Orta Doğu ülkelerinde ise ayrıcalık sahibi olmayan kadınların üzerinde baskı kuran “beyaz-feministler” (ayrıcalıklı feministler) olarak biliniyorlardı.
Sonuç olarak FEMEN’in merkez binasının kapısına yazılan “sizi öldüreceğiz kirli fahişeler” tehdidinden tam 2 gün sonra, bir Cuma akşamüzeri Paris’teki FEMEN MLF kampındaydım. Eğitim binasının girişinde ekip otosunu ve polis ekibini gördüğüm an anladım ki, gerçekten de feminist bir eğitim kampını gerçekleştirebilmek için polisler tarafından korunuyor olmamız gerekiyordu!
Kampın ilk günü, ’68 Mayıs öğrenci ayaklanmasının erkekler tarafından domine edilmesine tepki olarak kurulmuş olan MLF’nin (Fransa Kadınların Özgürlük Hareketi) tanıtım günüydü. O yıllardan bugüne aktif olan, Simone de Beauvoir ile kürtajın yasallaşması için birlikte yürümüş, Leyla Zana yargılanırken kendisiyle dayanışmada olmuş, feminizm içinde yıllanmış kadınlardan Fransa’daki feminist mücadelelerini dinledik. Fransa’da protesto kültürüne müziği, dansı, kahkahayı ilk defa katan insanlardı bu kadınlar. Sadece kadın yazarların yazdığı kitapların bulunduğu bir kitapevinde, farklı kuşaklardan kadınlar olarak güncel feminizmi irdeledik.
İkinci gün benim için gerçeklikle yüzleşme günüydü. Sivil polislerin korumasında bir parka giderek orada FEMEN’in çeşitli eylem taktiklerini öğrendik. Tam olarak açıklamak gerekirse, o gün bir antrenman olan; ama oldukça gerçek hissedilen bir FEMEN eyleminin içindeydim. Eylem sırasında hiza çalışmaları, partnerini kaybetmeme, barikat atlama ve tutuklanma sırasında ne yapılması gerektiği gibi farklı antrenmanlar yaptık. Sanırım en rahatsız olduğum bölüm, vücut bütünlüğüme bir müdahale olan, yerlerde sürüklendiğimiz tutuklanma antrenmanıydı. Fakat sonrasında 30 kadar kadının aynı anda, aynı sloganla haykırması ve Paris’te bir parkta birkaç dakikalığına sesimizin yankı bulmasıyla kendimi toparladım.
Cumartesi gecesi ise halka açık, “Kadın ve Din” temalı bir oturum gerçekleşti. Dinin eleştirileceği ve mizaha açılacağı bir oturum olacağı için bu sefer polis koruması iyice artmıştı. Oturumdaki konuşmacılar Zineb El Rhazoui (gazeteci ve insan hakları aktivisti), Inna Shevchenko (FEMEN lideri), Waleed Al-Husseini (Filistinli sürgün blogger), Michele Idels (MLF üyesi), Maryam Namazie (İranlı laik sürgün, insan hakları aktivisti) ve Corinne Rey (Charlie Hebdo’da Coco adıyla bilinen karikatürist.)
Peki, bu insanların ortak özelliği neydi?
Bazıları laikliği savundukları, dini eleştirdikleri ya da dini mizah teması olarak kullandıkları için ülkelerinden sürülmüş ya da ayrılmak zorunda kalmışlardı. Bazıları ise aynı sebeplerden ötürü kendi ülkelerinde can güvenliğine sahip değillerdi.
Peki, bu insanların o gece buluştukları ortak nokta neydi?
“Din kadınların üzerinde tahakküm kurar.”
Pazar günü, sadece FEMEN’in estetik sunumunun anlatıldığı fotoğraf çekimine katılabildim. Bu seansta farklı yaşlarda ve ülkelerden kadınların vücutlarını kendi mesajlarını iletmek için kullanmalarına şahit oldum elbette. Birçok farklı vücut tipinden kadının, ataerkil medyanın bize dikte ettiği “hatalı” vücutlarını gördüm. Peki, medyada gördüğümüz FEMEN aktivistleri neden sadece beyaz ve top model vücuduna sahip kadınlardan oluşuyor? Burada ilginç bir durum var. Bu, ya bizim algımızdan ya da medya rötuşlarından kaynaklı; ancak benim o gün orada gördüğüm tek şey şahane bir şekilde mükemmel olmayan kadın bedenlerinin, gurur, öfke ve istek ile ataerkili yok saymasıydı.
Bu 3 gün içerisinde bilhassa Inna olmak üzere birçok FEMEN aktivisti ile derince sohbet etme fırsatına eriştim. FEMEN’in Türkiye’deki faaliyetlerini sorduğumda, Türkiye’de aktivistleri olduğunu ancak bu kişilerin sokak eylemi yapmaya çekindiğini açıkladılar. Paris’te FEMEN eğitimi alan ve aktivist olarak eylemlere başlayan Güntülü Sar’ın, aldığı tehditler, kişisel bilgilerinin yayılması ve can güvenliği tehlikesi yüzünden ayrıldığını açıkladılar. Didem Dinç’in ise aslında hiçbir zaman FEMEN aktivisti olmadığını, eğitimden geçmediğini, sadece diyalogda oldukları ve FEMEN’e fotoğraf desteği veren bir kadın olduğunu belirttiler.
Gelelim eleştirilere. FEMEN’e ülke bayraklarını kullanarak neden milliyetçiliği tekrar yarattıklarını sordum. Bu bayrakları milliyetçiliği yok saymak adına kullandıklarını ve “kutsallarını” kullandıkları için onlara en çok kızanların milliyetçiler olduğunu söylediler. Kendilerini beyaz feministler olarak gördüğümü, bilhassa Orta Doğu’daki kadınları temsil etmediklerini düşündüğümü ve açıklamalarını üstten bakmacı bulduğumu belirttim. Verdikleri cevap çok basitti: FEMEN’in bir ülkede eylem düzenliyor olması onların o ülkedeki kadınları temsil ettiği anlamına gelmiyor. Ayrıca kimse adına konuşmuyor, sadece kendi adlarına konuşuyorlar. Aynı zamanda, eleştiri aldıkları Orta Doğu ülkelerinde çok da fazla destek aldıklarını, ancak destekçilerin korktukları için bunu açıklayamadıklarını belirttiler.
Sanırım bu sorulara aldığım cevaplar benim için önemli bir farkındalık anı oldu. Neden FEMEN’in her feministin sesi olmasını ve feminizm adına her şeyi yapmalarını bekliyorduk? Çünkü medya ilgisini en çok onlar görüyorlardı. Neden bu ilgiyi görüyorlardı? Çünkü memeleri çıplak eylem gerçekleştiriyorlardı. Birçok feminist FEMEN’in bu eylem tarzıyla kadınları cinsel objeleştirerek ataerkiyi tekrardan yarattığını düşünüyor. Burada anlamamız gereken bir nokta var: Bedenlerini cinsel obje olarak mı sunuyorlar, yoksa bedenleri ile ne istiyorlarsa onu mu yapıyorlar? Sadece çıplak eylem yaptıkları için neden onları ahlaksız feministler olarak etiketliyoruz? Bedenleriyle bir politik mesaj vermek de dâhil olmak üzere istediklerini yapabilirler ve biz kalkmış onlara ahlak öğretiyoruz öyle mi? Ataerkinin yarattığı ahlakı yani! Ve bu ahlak kuralları yüzünden şu an Fransa’da “cinsel teşhircilik” ile yargılanıyorlar. Onları radikal ve bölücü olmakla suçluyoruz. Oysa tarihte fark yaratan tüm feministler zamanında aynı sebeplerle suçlanmışlardı!
Her feminist örgüt ataerki ile mücadele eder. Hepsinin kendi ideolojileri ile bu büyük mücadeleye bir katkısı vardır. Bir örgütün destekçisi olmak için o örgüte dâhil olmak zorunda değilsiniz ve lütfen bu kadar korkak olmayın, bir örgütü desteklediğinizi belirtmek sizi onlardan biri yapmaz. Feminizm tüm kadınları birleştiren bir çatıdır. Kendi aramızda bölünmek yerine, birleşmemiz gerekiyor. Bizi bir araya getirecek bir kimlik özdeşleşmesi var ise, bu kadınlığımız olmalı. Hepimiz kadınız ve hepimiz baskılanıyoruz. Kadınlığımız bizim en son ayrışacağımız noktamız. Bunu asla unutmamak gerek.
Via: t24.com.tr
Short link: Copy - http://whoel.se/~uyIP8$6Km